

PARIS ( Mart 2016)
Paris Charles de
Gaulle Havalimanı
İstanbul Atatürk
havalimanının ardından paristeki havalimanı malzeme olarak çok etkileyici idi.
Dairesel bir formda tasarlanan havalimanı orta avlusunda katlardan katlara
giden yürüyen merdiven ile sirkülasyon sağlanıyor. nereden geldiğinizi nasıl
geldinizi anlamıyorsunuz açıkcası . Kullanılan brüt beton çok etkileyici ayrıca
farklı formlarda kullanılmasıda apayrı bir atmosfer oluşturmuş . Dünyada çok
ülke gezmedim ama bence havalimanı olarak çok özgün bir havalimanı.
Notre Dame Klisesi
Parisin ortasında
ortaçap kentinin merkezinde bulunan kliseye herkes gidiyor diye gittik.
Açıkcası yol boyunca gördüğüm barok cepheler vb cepheler yüzünden notre dame
etkisi çok olmadı. Ayrıca alışageldik bir klise tasarımı olması sıradanlığını
arttırdı. Ancak önünde oluşturduğu meydan güzel bir şekilde işliyordu ve
kliseyi önplana çıkarıyordu. Bu basit hamleden başka ilginç birşey görmedim.
Gezinin başında biraz hevesimi kırdı açıkcası.
Louvre
müzesi
Paris'e giden
arkadaşlarıma sorduğum louvre müzesinin heryerini gezen kimseyi tanımadıklarını
söylediler . Çok büyük olduğunu ve çok fazla sanat eseri olduğunu söylediler .
Bu altyapı ile louvre müzesini bulmak için yola koyulduk . Klasikfransız yapı
adalarının oluşturduğu düzende klasik bir cepheyle bizi karşıladı . Böyle bi
ortamda kimse taş dışında bir yapı malzemesinin bu müzede yer alacağını aklının
ucundan bile geçirmez . ( tabiki lafı uzatıp piramide getirmeye çalışıyorum )
girişten sonra yönlendirici okları takip ettikten sonra sola döndük . grubun
içindeki tek mimarlık ile ilişkili kişi ben olduğum için anında durdum ve
piramide yıldırım aşkıyla tutuldum . Konu ile alakasız olan amcamın bile bu
piramitten etkilendiğinin farkına vardım . Garip bi şekilde oranları ve ölçeği
ile sanki bu müzenin ihtiyacı olan girişi mükemmel bir şekilde sizleri
karşılıyor . Dış ortamın etkisi ile piramidal öğeler göze çarpıyor. İçine
girdiğiniz an ise aklınızda tek bir soru oluşmaya başlıyor ... Bu piramit nasıl
ayakta durabiliyor ??? Bu sorunun cevabını dışarıdan bakarak söyleyemiyorsunuz
. Zaten sadece içeri girince bu soru aklınıza geliyor . Cevabı ise hemen size
dönüp gülümsüyor , uzay kafes sistemine benzeyen gergin çelik konstruksiyon .
Bu sistem sizi memnun edince aşağıya bilet almaya iniyorsunuz . Piramit hala
peşinizi bırakmıyor , sizi bu etkileyici görünümünü sindire sindire gözüne
sokmadan mona lisa'yı görmenizi istemiyor . Aşağıya inince bu sefer sizin ne
kadar küçük kaldığınızı söylüyor bu mütevazi piramit . Kendimi hayata veda
etmiş bir firsvunun rüyasında hissettim . Tam merkezinde üstümde müthiş bir
hacim . Kendimi güvende hissediyorum adeta . Büyük ihtimal piramidin etkisiyle
içeri ısındığı için kendimi cennette hissettim . Bilet sırasına kuzen girdi .
Bende piramidin etkisine bıraktım kendimi . Çok az öğe olmasına rağmen çok dolu
bir strüktür . Ayrıca yerin altında olduğunuzu ve piramidin yer ile
birleşiminin ne kadar hassas olduğunu sadece bir çizgi üzerinde tutulduğunu
görüyorsunuz ve bir daha birşey keşfettiğinizi anlıyorsunuz . Kesinlikle çok
iyi çalışan ve böyle önemli ve büyük bir müzeye yakışan muazzam bir giriş .
Piramidin bu girişinden sonra dünyadaki sanat tarihine her çağdan göz atıp en
önemli eserlerine bakıyorsunuz . Birinci sınıfta mimarlığa giriş dersinde
iskender savaşırın bize gösterdiği birçok eserin gerçek halini görmek beni çok
duygulandırdı :) . Mona Lisa'ya selam çakıp da vinci diğer eselerleriyle sohbet
ettim . Ancak bu müzede mimarlığa merhaba demeden hayatta ilerleyemiyorsunuz .
Merdivenler , holler , tavanlar , kolonlar , kirişler adeta mimarlık ile sanat
eserleri savaşıyor . Kim daha fazla müşteri çekecek acaba ? Tabiki insan
ölçeğinde olan tablolar size çekici gelebilir ancak diğer müzelerden farkılan
olan tavan yüksekliği ve merdiven insan ölçeğinden büyük olduğu için size daha
çekici gelebilir . Bayıldığım piramit her dönüşte mükemmel oranıyla ve
simetriği ile aynı şehvetiyle sizi müzede gezdiriyor . Ben mimari ve sanatın bu
kadar içli dışlı olmasına bayıldım . Ayrıca kesit olarak bir alt kotta olması
bambaşka bir hava katıyor . Size tarih kokusu içinde kamusal alan açıyor
.
Otelimiz bu bölgede bulunduğu için gezinin
çoğunluğu bu Büyük buvarda geçti . Günümüzde yoğun olan Avmlerin referansı gibi.
Birden fazla alışveriş etkinlik yeme içme gibi paranızı ezecek müesseseler
mevcut. Ama bunu en derinden etkileyen Haussmann'ın planı. Plana göre bulvar
genişliği 60-70 metereyi buluyor ve fransa üzerinde kalemle çizilmiş bir
biçimde uygulanıyor. Yapıların cephelerine bakarak geçmişte yapılan bu acımasız
planın izlerine rastlanabilir. Ama özellikle yapı adalarının haritadaki
görünümüne bakılırsa biçimsiz olan yapılar mevcut. Bir yasaya göre cephede
değişiklik yapmak çok zor ve izin gerektiyormuş . Yani burada yaşayan insanlar
için bence çok çekici bir yer olmamalı. Durmadan akıp giden kalabalık. Biçimsiz
odalar ve bu odaların getirdiği biçimsiz koridor ve kat planı. Kısacası burası
gelip geçen turistler için tatmin edici. Alışverişinizi yapıp, yol boyu yürüyüp
sonunda zafer anıtında fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Tabiki bizde aynısını
yaptık . 8 şeritli yolda karşıya geçip 2 taraftaki yapılardan bazılarını
alışveriş açısından bazılarını ( sadece ben ) mimari açıdan dolaştık. Bunlar
arasında Louis Vuitton binası ve Abercrombie mağazasıydı.
Louis Vuitton
Mağaza bilindiği gibi pahalı . Bu yüzden
elimi hiçbirşeye sürmedim :D . Ancak Sirkülasyonu takdit ettim. Dikdörtgen bir
plan içinde avludaymış gibi çevresini dolaşıyoruz ve aynı zamanda üst katlara
çıkmış oluyoruz ve sonunu geldiğimiz yerde bitiriyoruz. Gezilen her bölümde
çanta , aksesuar, giyim, ayakkabı gibi birden fazla ürün kataloğunu
sergiliyorlar . Herbiri farklı bir renk kullanıyor ama diğer türler ile çok
farklı renk seçimi yok. Her dili bilen bir görevli mevcut sanırsam. Çünkü bir
türk eleman bizimle ilgilendi. Bizi gezdiren koridor bir bölümde bavul reyonuna
getirdi. Burada en az 10 dk durdum çünkü kafamın üstünde etkileyici bir çubuk
geometrisi vardı. Tavana kadar uzanan aynalı iç hacimin içini dolduran yarım
kubbe şeklinde alüminyum çubuklar çok güzel bir uyum sağlamıştı. sanırsam ayna
ve aluminyum malzemesi ile çok dar olan bir yere ışık aldırarak ( büyük ihtimal
dikdörtgen planın ortası ve bu yüzden tavana kadar açık ) bavul sergileniyor.
Bavullara hayranlıkla bakanların yanından cebimdeki 50 euro ile tavana 5 dakika
baktım . Diğer mekanlarda böyle bir olay yoktu ama kaliteli malzemelerle
döşenmiş bir tur attık.
Abercrombie
Chamb elysees caddesine gitmeden paristen
ayrılamazsınız . İstanbul'daki Bağdat caddesine benzettim . Tabiki chamb
elysees i bağdata benzetmek biraz ayıp olabilir . Ama genişlik ve mağaza
bolluğu olarak bir benzerlik mevcut . Dediğim gibi mağazalara caddelerde sıraya
dizilmiş . Hepsi birbirile yarış içinde giyim, aksesuar , saat , araba ,
restoranlar birbir ardına dizilmiş . Bütün bu mağazaların ortak özelliği
caddeye bir cephesi olması ve vitrin ile ürünler sunması . Ancak bu düzeni
bozan bir istisna gözümüze çarptı yürüyüş esnasında , alışveriş yapmak gibi
saçma bir derdimiz yoktu fakat cephesinde pencere olan ve vitrini olmayan
sadece yanında bir kapı ve logosu olan bir marka dikkatimizi çekti .
Abercrombie markasının mağazasıydı . Kapıdan geçip binanın arkasından
giriyorsunuz . Bu yol ise krem rengi küçük taşlar ve yanında düzgün şekil
verilmiş ağaçlar ve yeşillendirilmiş bir duvardan oluşuyor , binanın arkasına
yaklaşınca ufak bir bahçe sizi bekliyor . Bahçe denince birçok bitki çeşidi
çağrıştırabilir fakat sadece 2-3 ağaç ve yeşil duvardan oluşuyor . Binaya büyük
bir kapıdan girdik . Bütün mağaza koyu renk ahşap ve diğer malzemelerle
döşenmiş , ayrıca aynalarla hacimlendirilmeye çalışılmış . Bu koyu rengi
destekleyici loş ışıklar vardı , sadece kıyafetler ve merdiven parlak bir
ışıkla aydınlanmıştı. Girişten sonra direk bir üstü kaplı avlu diyebileceğim
bir durumla karşılaştık . Etrafından kıyafetler mevcuttu . Üst kata ise bu
boşluktaki merdivenlerle çıkabiliyorsunuz . Markanın iç mekanı gördüğüm en
güzel mağaza tasarımına sahip değil fakat en önemli olan cepheye vitrin
yapmayıp arka bahçeden müşterileri karşılaması çok değişik bir durumdu . Sanki
diğer markalara bir söz söylemek ister gibi " bizi bilen bilir şov yapmaya
gerek yok " sözüne vurgu yapıyor gibi . Ama tabiki iç mekandaki abartılar
dışarıdaki sessizliği ve sakinliği hiç yansıtmıyor . Eğer bütün olarak böyle
bir karar verilseydi . Büyük ihtimal Chamb Elysees teki en sakin ve sade mağaza
ödülünü alırdı .
Ressamlar Tepesi
Gezinin bir bölümünde araçla bir tepeye
çıktık. Haftasonu olduğu için cathedral oldukça doluydu ve herkes dua ediyordu.
Genelde gezdiğimiz kathedrallerde dua olayına denk gelmediğimiz için çoğu kısa
ve pek gösterişli olmuyordu. Ama bir katedrali içndeki kalabalıkla görmek ve
deneyimlemek benim için özel bir duyguydu. Yağmurlu bir gün olmasına rağmen
herkes ailecek gelmişti . turist sayısı oldukça azdı. Bu yüzden yan sokağında
bulanan çok ufak meydanda
bulunan ressamlar boş bir şekilde
oturuyordu. Normalde tursitler resim çizdirmek için sıraya giriyormuş . Biz boş
bir döneme geldiğimiz için ressamlar resim çizmek için adeta dileniyordu.
George Orwell - Paris ve Londra'da Beş Parasız adlı kitabında ressamların aslında
hayatını idame ettirmek için yaşayan berduşlar olduğunu söylüyordu ve iç
yaşantılarını ve yaşadığı açlık sorunlarını çok iyi anlatıyordu. Bu bakış
açısıyla bu ressamları görünce anlam verdim . Gerçekten yemek parası için resim
çizen ressamların bulunduğu bir meydan gibi bir hisse kapıldım. Çok sessiz ve
hareketsiz olduğu için kısa bir süre durup ayrıldık.
Eiffel Tower
Çok üstünde durmak istemiyorum. her yerde
görmekten sıkıldığımız için uzaktan görmek çokta etkilemedi açıkcası. Gezimizin
bir gününde yakından deneyimlemek yararlı oldu. Çünkü bu büyük demir strüktürün
ölçeğini anlamak için yakınında olmak şart. Gerçekten akıl dışı bir büyüklükte
ve bir an şehirin simgesi olması çok garip hissetiriyor. İçerisinde herhang
birşey yok ve insan ile ilşkisi çok sert. Hava soğuk olduğu için kulenin
tepesinden kar parçaları düşüyordu. Sanırsam onunda etkisi ile bana garip ve
soğuk bir simge gibi geldi. Zamanımız kısıtlı olduğu için ve grupta yüksekten
korkanlar olduğu için üstüne çıkmadık . Ayrıca para harcamaya gerek yok dedik
:) . Hemen karşısında uzanan merdivenlerle yükselen meydanımsı yere çıkıp
resimlerimizi çektik. Gitmedik demeyiz ama eiffel uzaktan güzel yakından garip
, soğukken ürkütücü demek istiyorum :) .
Biri yemekli biri
sadece şampanyalı olan 2 çeşit biletten tabiki en ucuzunu seçip akşam 11 gece
01 arası olan seansa rezervasyon yaptırdık . Benim beklentim normal seviyede
idi . Mimari bir durum beklemiyordum . Ancak her zaman olduğu gibi mimarlığın
parmak basmadığı hiçbir yer yok ( iyi veya kötü ) . Girişte üstünüzdeki
kıyafetleri çıkarttıyorlar ( kış mevsimi olduğu için montları vestiyere teslim
ettik, show esnasında montlar çirkin bir görüntü oluşturmasın diye vestiyere
vermek zorunlu) salonun giriş kapısından girdiğim ilk anda sanki kendimi
taksimde kaliteli bir pavyonda hissettim ( hayatımda hiç pavyona gitmedim ama
tahminen böyle bir mekan olacağını düşünüyorum ) . Masalarımıza geçtik. Bir
kademe yüksekte olan bir masaya oturduk ( masa sahneye dik olduğu için sahneyi
görebilmek için binbir şekile girdim ) . Show başlamadan şampanyalarımız geldi,
garson türktü bu yüzden kolayca anlaşabildik ( türk insanı her yerde ).
Ardından show pandomim yapan bir adamla başladı . Beklentim hala normal
seviyede idi . Pandomimden sonra bir sihirbaz ve bir kutu içinde sarışın ve
gözlüklü bir bayan arkadaşımız sahneye geldi . Konsept, kızı kendilerine
benzetip çıplak hale getirmekti ( çok güzel bir şekilde başardılar :) ). Show
esnasında birçok farklı gösteri yapıldı . Bunlardan bazıları , jimnastik ,
akrobasi , buz pateni , komedi idi ( hepsi birbirinden güzeldi ) . Bu
gösterilerin aralarına dans ve pandomim sürekli tekrar ediyordu . Pandomim
haricinde hiçbir yerde sıkılmadık . Mevzubahis yarı çıplak güzel vücutlu
bayanlar olunca işler heyecanlı hale geliyor ( ben, amcam, kuzenim ve aile
dostumuz mehmet amca açısından ;) . Gelelim bu şovun mimari tarafına. İlk başta
bütün şov boyunca görselliği destekleyici projeksiyon görüntüleri kullanıldı.
Sahne 3 parçadan oluşuyor diye özetlenebilir . Birincisi bizen en yakın olan
sahne , ikincisi bu sahnenin ortasında durmadan değişik fonksiyonlara hizmet
eden bir hareketli platform ( buz pisti , havuz, ahşap zemin , ve kocaman bir
avize ), üçüncüsü ise ana sahnenin arkasında kalan büyük bir bölüm . Bu üç
bölüm o kadar hareketli ki hangisi hangi işlevde çalışıyor bunu anlamak mümkün
değil . Ayrıca dikkatinizi çekecek o kadar dans figürü ve yarı çıplak sarışın
ve gözlüklü bayan var ki bu değişimin ne zaman olduğunu anlamak mümkün değil .
Bir ansa buz pisti platformdan çıkarken arka tarafta kocaman bir merdivenden
güzel dans eden nayanlar güzel popolarını sallayarak iniyor ( gerçekten böyle
olduğu için anlatıyorum ) . Mimarini kattığı derinlik ve tiyatronu. Kattığı
oyunu takip edememe ve süregelen değişimler şovun her parçasını
zenginleştiriyor ve şovdan hiçbir zaman kopmuyorsunuz . Telefonla çekim yasak .
Bunu sebebini bilmiyorum zaten şov esnasında bir kere bile fotoğraf çekmek
aklıma gelmedi . O kadar sürükleyici ve etkileyiciydi ki sadece şov bittiğinde
telefonun saatine uzandım . Daha anlatacak çok şey var bu şov hakkında ama ne
okursa olsun bu şov için kenarda bir 100 euro ayırıp mutlaka gidilmeli . Hem
mimarinin görselliği ne kadar etkilediğini hem de tiyatronun ve bir şovun masıl
olması gerektiğini hormonlarınızı dizginleyerek ve büyük zevkle
izleyebileyeceğiniz muazzam bir şov ( eğer kız arkadaşınız varsa başka bir
zaman tek gitmeniz geleceğiniz açısından daha verimli olabilir ki hayatımda
görmediğim kadar yarı çıplak ve mükemmel vucüt hatlarına ve öğelerine sahip
bayan topluluğuna 2 saat bakabiliyorsunuz ). Tabiki şov sadece memeden ibaret
değil :)
ROTTERDAM ( Haziran 2016 )
İstanbul Atatürk Havalimanı - Amsterdam Schipol Havalimanı üzerinden tren ile 45 dk da Rotterdam Central Station'da indik. Gezimiz başladı . Hayırlı olsun :)
Central Station
Trenden indiğimizde Rotterdamın mimarisini yansıtan bir etki görememiştik. Çünkü ters taraftan çıkış yapmışız :) . Doğru taraftan çıkış yapmak için bir tünelden geçtik ve mimarlığın cennetine giriş yaptık. Mükemmmel bir konsol . Sade bir malzeme ve bunların oluştuğu müthiş hacim. Rotterdama ilk adım atılan yerde rotterdamı yansıtan , adeta özeti olan bir tren istasyonu . Haziran ayı için bir etkinlik sebebi ile büyük bir konstrüksiyon ile binanın tepesine kadar çıkan bir merdiven vardı. 120 kilo olduğum için tabiki çıkmadım :) . Ama tren istasyonu önündeki alan ve önündeki yol çok rahatlatıcı bir kamusal mekandı.
Central Station etrafında bulunan bir bina dikkatimi çekti. First Rotterdam adlı yüksek bina , İstanbul Kozyatağında bulunan AND yapının Cephesi , kütlesi ve geometrisi açısından çok benzerlik gösteriyor. Bu açıdan 2 binayı aynı kefeye koymak istiyorum :)
Otele yerleştikten sonra hızlıca bir şehir turu atmak için yola koyulduk .Yol boyu birbirinden farklı hacimler, malzemeler ve kullanımlar olan birden çok bina gördük. 1.Dünya Savaşından sonra sıfırdan tasarlandığı için rotterdam da barok tarz veya ona benzer yapılar görmek çok çok zor. Nerdeyse bütün yapılar modern tarzda . Bu yüzden çok dolu bir gezinti oldu. Özellikle konsol kullanımı yapıp sokağı daha çok insanlara bırakan bir anlayış mevcut. Çoğu yapının zemin katı halka açık ve saygılı. Üst katlarda ofis veya benzeri kullanımlarla geliştirmişler.
Köprüyü izlerken yol kalktı. Küçükken oynadığımız oyunlarda olurdu ama geçreğini görmek nostalji yarattı ve etkiledi :) .
Agorofobik bir yer bile bulduk. İhsan Bilgin sayesinde bu kelimeyi mimari dağarcığımıza eklemiş olduk. Kendisine saygı ve sevgilerimi buradan da iletiyorum :) .
Rem kolhaas ve onun tarzı benimsemiş mimarların birer yapısı olduğu Adeta Mimari bir rhino dosyasının içinde geziyormuş gibi hissettim. Her biri farklı bir kütle denemiş ve bundan hiç çekinmemişler. Birbirine benzeme durumu da mevcut değil aslında. Rahat bir tasarım ortamı olduğu için herkes kendi tarzını yansıtmış . Bunların en önemlisi Cube House.
Cube House
Rotterdamın ana meydanında bulunan ve ölçek olarak etrafında binalar gibi yükselmek yerine araziye yayılmış ve parametrik bir vaziyet planı düşünülmüş (Amsterdam'daki Orphanage vaziyeti gibi). Tabi vaziyetten ziyade bu yapının en önemli unsuru Bildiğimiz küp formunun bilmediğimiz şekillerde yerleştirilmesi. Alışagelmedik bir iç hacim. İç hacim olarak çoğu yeri rahatsız edici. Yaşanılması çok zor bir mekan . Ancak küplerin biribirinden farklı birleşimi çok güzel patternlar oluşturmuş ve kesişimleri adeta basic design ödevi gibiydi. Yani ben olsam avluda geceye kadar takılıp eve sadece yatmaya giderdim :)
Rotterdam'a gezmek için gidenler için 1 gün yeterli olur. Ancak bir mimar için en azından 3 günlük yoğun bir gezi olur ve sonucunda kendinizi proje yapmamak için zor tutarsınız. Tabiki bunun en önemli altyapısı şehirin bu yapılara izin vermesi ve rahat bir ortam yaratması. Paris'in merkezindeki gibi sıkı kurallar yok. Bu yüzden herkes ilk projesini yaparmış gibi hevesli bir şekilde ve yeni birşeyler bulma amacıyla proje gerçekleştirmiş. Mimarlık okuyan, ilgilenen, isteyen herkesin kesinlikle gezmesi gerek müthiş bir açık kaynak .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder