20 Ağustos, 2015

Arch290 - Gezi Stajı - Paris & Rotterdam

Stajın bir bölümünü 2016 mart ayında pariste bir bölümünü ise 2016 rotterdam da gerçekleştirdim. Gezdiğim yerlerin hepsini koymak yerine önemlilerini seçtim. Tabiki yolculuk THY ile başladı :D 



 PARIS ( Mart 2016) 


 Paris Charles de Gaulle Havalimanı 

İstanbul Atatürk havalimanının ardından paristeki havalimanı malzeme olarak çok etkileyici idi. Dairesel bir formda tasarlanan havalimanı orta avlusunda katlardan katlara giden yürüyen merdiven ile sirkülasyon sağlanıyor. nereden geldiğinizi nasıl geldinizi anlamıyorsunuz açıkcası . Kullanılan brüt beton çok etkileyici ayrıca farklı formlarda kullanılmasıda apayrı bir atmosfer oluşturmuş . Dünyada çok ülke gezmedim ama bence havalimanı olarak çok özgün bir havalimanı.











 Notre Dame Klisesi 

Parisin ortasında ortaçap kentinin merkezinde bulunan kliseye herkes gidiyor diye gittik. Açıkcası yol boyunca gördüğüm barok cepheler vb cepheler yüzünden notre dame etkisi çok olmadı. Ayrıca alışageldik bir klise tasarımı olması sıradanlığını arttırdı. Ancak önünde oluşturduğu meydan güzel bir şekilde işliyordu ve kliseyi önplana çıkarıyordu. Bu basit hamleden başka ilginç birşey görmedim. Gezinin başında biraz hevesimi kırdı açıkcası.




 Louvre müzesi 

Paris'e giden arkadaşlarıma sorduğum louvre müzesinin heryerini gezen kimseyi tanımadıklarını söylediler . Çok büyük olduğunu ve çok fazla sanat eseri olduğunu söylediler . Bu altyapı ile louvre müzesini bulmak için yola koyulduk . Klasikfransız yapı adalarının oluşturduğu düzende klasik bir cepheyle bizi karşıladı . Böyle bi ortamda kimse taş dışında bir yapı malzemesinin bu müzede yer alacağını aklının ucundan bile geçirmez . ( tabiki lafı uzatıp piramide getirmeye çalışıyorum ) girişten sonra yönlendirici okları takip ettikten sonra sola döndük . grubun içindeki tek mimarlık ile ilişkili kişi ben olduğum için anında durdum ve piramide yıldırım aşkıyla tutuldum . Konu ile alakasız olan amcamın bile bu piramitten etkilendiğinin farkına vardım . Garip bi şekilde oranları ve ölçeği ile sanki bu müzenin ihtiyacı olan girişi mükemmel bir şekilde sizleri karşılıyor . Dış ortamın etkisi ile piramidal öğeler göze çarpıyor. İçine girdiğiniz an ise aklınızda tek bir soru oluşmaya başlıyor ... Bu piramit nasıl ayakta durabiliyor ??? Bu sorunun cevabını dışarıdan bakarak söyleyemiyorsunuz . Zaten sadece içeri girince bu soru aklınıza geliyor . Cevabı ise hemen size dönüp gülümsüyor , uzay kafes sistemine benzeyen gergin çelik konstruksiyon . Bu sistem sizi memnun edince aşağıya bilet almaya iniyorsunuz . Piramit hala peşinizi bırakmıyor , sizi bu etkileyici görünümünü sindire sindire gözüne sokmadan mona lisa'yı görmenizi istemiyor . Aşağıya inince bu sefer sizin ne kadar küçük kaldığınızı söylüyor bu mütevazi piramit . Kendimi hayata veda etmiş bir firsvunun rüyasında hissettim . Tam merkezinde üstümde müthiş bir hacim . Kendimi güvende hissediyorum adeta . Büyük ihtimal piramidin etkisiyle içeri ısındığı için kendimi cennette hissettim . Bilet sırasına kuzen girdi . Bende piramidin etkisine bıraktım kendimi . Çok az öğe olmasına rağmen çok dolu bir strüktür . Ayrıca yerin altında olduğunuzu ve piramidin yer ile birleşiminin ne kadar hassas olduğunu sadece bir çizgi üzerinde tutulduğunu görüyorsunuz ve bir daha birşey keşfettiğinizi anlıyorsunuz . Kesinlikle çok iyi çalışan ve böyle önemli ve büyük bir müzeye yakışan muazzam bir giriş . Piramidin bu girişinden sonra dünyadaki sanat tarihine her çağdan göz atıp en önemli eserlerine bakıyorsunuz . Birinci sınıfta mimarlığa giriş dersinde iskender savaşırın bize gösterdiği birçok eserin gerçek halini görmek beni çok duygulandırdı :) . Mona Lisa'ya selam çakıp da vinci diğer eselerleriyle sohbet ettim . Ancak bu müzede mimarlığa merhaba demeden hayatta ilerleyemiyorsunuz . Merdivenler , holler , tavanlar , kolonlar , kirişler adeta mimarlık ile sanat eserleri savaşıyor . Kim daha fazla müşteri çekecek acaba ? Tabiki insan ölçeğinde olan tablolar size çekici gelebilir ancak diğer müzelerden farkılan olan tavan yüksekliği ve merdiven insan ölçeğinden büyük olduğu için size daha çekici gelebilir . Bayıldığım piramit her dönüşte mükemmel oranıyla ve simetriği ile aynı şehvetiyle sizi müzede gezdiriyor . Ben mimari ve sanatın bu kadar içli dışlı olmasına bayıldım . Ayrıca kesit olarak bir alt kotta olması bambaşka bir hava katıyor . Size tarih kokusu içinde kamusal alan açıyor . 


 Champ Elysee 

Otelimiz bu bölgede bulunduğu için gezinin çoğunluğu bu Büyük buvarda geçti . Günümüzde yoğun olan Avmlerin referansı gibi. Birden fazla alışveriş etkinlik yeme içme gibi paranızı ezecek müesseseler mevcut. Ama bunu en derinden etkileyen Haussmann'ın planı. Plana göre bulvar genişliği 60-70 metereyi buluyor ve fransa üzerinde kalemle çizilmiş bir biçimde uygulanıyor. Yapıların cephelerine bakarak geçmişte yapılan bu acımasız planın izlerine rastlanabilir. Ama özellikle yapı adalarının haritadaki görünümüne bakılırsa biçimsiz olan yapılar mevcut. Bir yasaya göre cephede değişiklik yapmak çok zor ve izin gerektiyormuş . Yani burada yaşayan insanlar için bence çok çekici bir yer olmamalı. Durmadan akıp giden kalabalık. Biçimsiz odalar ve bu odaların getirdiği biçimsiz koridor ve kat planı. Kısacası burası gelip geçen turistler için tatmin edici. Alışverişinizi yapıp, yol boyu yürüyüp sonunda zafer anıtında fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Tabiki bizde aynısını yaptık . 8 şeritli yolda karşıya geçip 2 taraftaki yapılardan bazılarını alışveriş açısından bazılarını ( sadece ben ) mimari açıdan dolaştık. Bunlar arasında Louis Vuitton binası ve Abercrombie mağazasıydı.



 Louis Vuitton 

Mağaza bilindiği gibi pahalı . Bu yüzden elimi hiçbirşeye sürmedim :D . Ancak Sirkülasyonu takdit ettim. Dikdörtgen bir plan içinde avludaymış gibi çevresini dolaşıyoruz ve aynı zamanda üst katlara çıkmış oluyoruz ve sonunu geldiğimiz yerde bitiriyoruz. Gezilen her bölümde çanta , aksesuar, giyim, ayakkabı gibi birden fazla ürün kataloğunu sergiliyorlar . Herbiri farklı bir renk kullanıyor ama diğer türler ile çok farklı renk seçimi yok. Her dili bilen bir görevli mevcut sanırsam. Çünkü bir türk eleman bizimle ilgilendi. Bizi gezdiren koridor bir bölümde bavul reyonuna getirdi. Burada en az 10 dk durdum çünkü kafamın üstünde etkileyici bir çubuk geometrisi vardı. Tavana kadar uzanan aynalı iç hacimin içini dolduran yarım kubbe şeklinde alüminyum çubuklar çok güzel bir uyum sağlamıştı. sanırsam ayna ve aluminyum malzemesi ile çok dar olan bir yere ışık aldırarak ( büyük ihtimal dikdörtgen planın ortası ve bu yüzden tavana kadar açık ) bavul sergileniyor. Bavullara hayranlıkla bakanların yanından cebimdeki 50 euro ile tavana 5 dakika baktım . Diğer mekanlarda böyle bir olay yoktu ama kaliteli malzemelerle döşenmiş bir tur attık.


 Abercrombie 

Chamb elysees caddesine gitmeden paristen ayrılamazsınız . İstanbul'daki Bağdat caddesine benzettim . Tabiki chamb elysees i bağdata benzetmek biraz ayıp olabilir . Ama genişlik ve mağaza bolluğu olarak bir benzerlik mevcut . Dediğim gibi mağazalara caddelerde sıraya dizilmiş . Hepsi birbirile yarış içinde giyim, aksesuar , saat , araba , restoranlar birbir ardına dizilmiş . Bütün bu mağazaların ortak özelliği caddeye bir cephesi olması ve vitrin ile ürünler sunması . Ancak bu düzeni bozan bir istisna gözümüze çarptı yürüyüş esnasında , alışveriş yapmak gibi saçma bir derdimiz yoktu fakat cephesinde pencere olan ve vitrini olmayan sadece yanında bir kapı ve logosu olan bir marka dikkatimizi çekti . Abercrombie markasının mağazasıydı . Kapıdan geçip binanın arkasından giriyorsunuz . Bu yol ise krem rengi küçük taşlar ve yanında düzgün şekil verilmiş ağaçlar ve yeşillendirilmiş bir duvardan oluşuyor , binanın arkasına yaklaşınca ufak bir bahçe sizi bekliyor . Bahçe denince birçok bitki çeşidi çağrıştırabilir fakat sadece 2-3 ağaç ve yeşil duvardan oluşuyor . Binaya büyük bir kapıdan girdik . Bütün mağaza koyu renk ahşap ve diğer malzemelerle döşenmiş , ayrıca aynalarla hacimlendirilmeye çalışılmış . Bu koyu rengi destekleyici loş ışıklar vardı , sadece kıyafetler ve merdiven parlak bir ışıkla aydınlanmıştı. Girişten sonra direk bir üstü kaplı avlu diyebileceğim bir durumla karşılaştık . Etrafından kıyafetler mevcuttu . Üst kata ise bu boşluktaki merdivenlerle çıkabiliyorsunuz . Markanın iç mekanı gördüğüm en güzel mağaza tasarımına sahip değil fakat en önemli olan cepheye vitrin yapmayıp arka bahçeden müşterileri karşılaması çok değişik bir durumdu . Sanki diğer markalara bir söz söylemek ister gibi " bizi bilen bilir şov yapmaya gerek yok " sözüne vurgu yapıyor gibi . Ama tabiki iç mekandaki abartılar dışarıdaki sessizliği ve sakinliği hiç yansıtmıyor . Eğer bütün olarak böyle bir karar verilseydi . Büyük ihtimal Chamb Elysees teki en sakin ve sade mağaza ödülünü alırdı . 


 Ressamlar Tepesi 

Gezinin bir bölümünde araçla bir tepeye çıktık. Haftasonu olduğu için cathedral oldukça doluydu ve herkes dua ediyordu. Genelde gezdiğimiz kathedrallerde dua olayına denk gelmediğimiz için çoğu kısa ve pek gösterişli olmuyordu. Ama bir katedrali içndeki kalabalıkla görmek ve deneyimlemek benim için özel bir duyguydu. Yağmurlu bir gün olmasına rağmen herkes ailecek gelmişti . turist sayısı oldukça azdı. Bu yüzden yan sokağında bulanan çok ufak meydanda
bulunan ressamlar boş bir şekilde oturuyordu. Normalde tursitler resim çizdirmek için sıraya giriyormuş . Biz boş bir döneme geldiğimiz için ressamlar resim çizmek için adeta dileniyordu. George Orwell - Paris ve Londra'da Beş Parasız adlı kitabında ressamların aslında hayatını idame ettirmek için yaşayan berduşlar olduğunu söylüyordu ve iç yaşantılarını ve yaşadığı açlık sorunlarını çok iyi anlatıyordu. Bu bakış açısıyla bu ressamları görünce anlam verdim . Gerçekten yemek parası için resim çizen ressamların bulunduğu bir meydan gibi bir hisse kapıldım. Çok sessiz ve hareketsiz olduğu için kısa bir süre durup ayrıldık.



 Eiffel Tower 

Çok üstünde durmak istemiyorum. her yerde görmekten sıkıldığımız için uzaktan görmek çokta etkilemedi açıkcası. Gezimizin bir gününde yakından deneyimlemek yararlı oldu. Çünkü bu büyük demir strüktürün ölçeğini anlamak için yakınında olmak şart. Gerçekten akıl dışı bir büyüklükte ve bir an şehirin simgesi olması çok garip hissetiriyor. İçerisinde herhang birşey yok ve insan ile ilşkisi çok sert. Hava soğuk olduğu için kulenin tepesinden kar parçaları düşüyordu. Sanırsam onunda etkisi ile bana garip ve soğuk bir simge gibi geldi. Zamanımız kısıtlı olduğu için ve grupta yüksekten korkanlar olduğu için üstüne çıkmadık . Ayrıca para harcamaya gerek yok dedik :) . Hemen karşısında uzanan merdivenlerle yükselen meydanımsı yere çıkıp resimlerimizi çektik. Gitmedik demeyiz ama eiffel uzaktan güzel yakından garip , soğukken ürkütücü demek istiyorum :) .


 Lido Show 


Biri yemekli biri sadece şampanyalı olan 2 çeşit biletten tabiki en ucuzunu seçip akşam 11 gece 01 arası olan seansa rezervasyon yaptırdık . Benim beklentim normal seviyede idi . Mimari bir durum beklemiyordum . Ancak her zaman olduğu gibi mimarlığın parmak basmadığı hiçbir yer yok ( iyi veya kötü ) . Girişte üstünüzdeki kıyafetleri çıkarttıyorlar ( kış mevsimi olduğu için montları vestiyere teslim ettik, show esnasında montlar çirkin bir görüntü oluşturmasın diye vestiyere vermek zorunlu) salonun giriş kapısından girdiğim ilk anda sanki kendimi taksimde kaliteli bir pavyonda hissettim ( hayatımda hiç pavyona gitmedim ama tahminen böyle bir mekan olacağını düşünüyorum ) . Masalarımıza geçtik. Bir kademe yüksekte olan bir masaya oturduk ( masa sahneye dik olduğu için sahneyi görebilmek için binbir şekile girdim ) . Show başlamadan şampanyalarımız geldi, garson türktü bu yüzden kolayca anlaşabildik ( türk insanı her yerde ). Ardından show pandomim yapan bir adamla başladı . Beklentim hala normal seviyede idi . Pandomimden sonra bir sihirbaz ve bir kutu içinde sarışın ve gözlüklü bir bayan arkadaşımız sahneye geldi . Konsept,  kızı kendilerine benzetip çıplak hale getirmekti ( çok güzel bir şekilde başardılar :) ). Show esnasında birçok farklı gösteri yapıldı . Bunlardan bazıları , jimnastik , akrobasi , buz pateni , komedi idi ( hepsi birbirinden güzeldi ) . Bu gösterilerin aralarına dans ve pandomim sürekli tekrar ediyordu . Pandomim haricinde hiçbir yerde sıkılmadık . Mevzubahis yarı çıplak güzel vücutlu bayanlar olunca işler heyecanlı hale geliyor ( ben, amcam, kuzenim ve aile dostumuz mehmet amca açısından ;) . Gelelim bu şovun mimari tarafına. İlk başta bütün şov boyunca görselliği destekleyici projeksiyon görüntüleri kullanıldı. Sahne 3 parçadan oluşuyor diye özetlenebilir . Birincisi bizen en yakın olan sahne , ikincisi bu sahnenin ortasında durmadan değişik fonksiyonlara hizmet eden bir hareketli platform ( buz pisti , havuz, ahşap zemin , ve kocaman bir avize ), üçüncüsü ise ana sahnenin arkasında kalan büyük bir bölüm . Bu üç bölüm o kadar hareketli ki hangisi hangi işlevde çalışıyor bunu anlamak mümkün değil . Ayrıca dikkatinizi çekecek o kadar dans figürü ve yarı çıplak sarışın ve gözlüklü bayan var ki bu değişimin ne zaman olduğunu anlamak mümkün değil . Bir ansa buz pisti platformdan çıkarken arka tarafta kocaman bir merdivenden güzel dans eden nayanlar güzel popolarını sallayarak iniyor ( gerçekten böyle olduğu için anlatıyorum ) . Mimarini kattığı derinlik ve tiyatronu. Kattığı oyunu takip edememe ve süregelen değişimler şovun her parçasını zenginleştiriyor ve şovdan hiçbir zaman kopmuyorsunuz . Telefonla çekim yasak . Bunu sebebini bilmiyorum zaten şov esnasında bir kere bile fotoğraf çekmek aklıma gelmedi . O kadar sürükleyici ve etkileyiciydi ki sadece şov bittiğinde telefonun saatine uzandım . Daha anlatacak çok şey var bu şov hakkında ama ne okursa olsun bu şov için kenarda bir 100 euro ayırıp mutlaka gidilmeli . Hem mimarinin görselliği ne kadar etkilediğini hem de tiyatronun ve bir şovun masıl olması gerektiğini hormonlarınızı dizginleyerek ve büyük zevkle izleyebileyeceğiniz muazzam bir şov ( eğer kız arkadaşınız varsa başka bir zaman tek gitmeniz geleceğiniz açısından daha verimli olabilir ki hayatımda görmediğim kadar yarı çıplak ve mükemmel vucüt hatlarına ve öğelerine sahip bayan topluluğuna 2 saat bakabiliyorsunuz ). Tabiki şov sadece memeden ibaret değil :) 



 ROTTERDAM ( Haziran 2016 ) 

İstanbul Atatürk Havalimanı - Amsterdam Schipol Havalimanı üzerinden tren ile 45 dk da Rotterdam Central Station'da indik. Gezimiz başladı . Hayırlı olsun :)

 Central Station 

Trenden indiğimizde Rotterdamın mimarisini yansıtan bir etki görememiştik. Çünkü ters taraftan çıkış yapmışız :) . Doğru taraftan çıkış yapmak için bir tünelden geçtik ve mimarlığın cennetine giriş yaptık. Mükemmmel bir konsol . Sade bir malzeme ve bunların oluştuğu müthiş hacim. Rotterdama ilk adım atılan yerde rotterdamı yansıtan , adeta özeti olan bir tren istasyonu . Haziran ayı için bir etkinlik sebebi ile büyük bir konstrüksiyon ile binanın tepesine kadar çıkan bir merdiven vardı. 120 kilo olduğum için tabiki çıkmadım :) . Ama tren istasyonu önündeki alan ve önündeki yol çok rahatlatıcı bir kamusal mekandı.


Central Station etrafında bulunan bir bina dikkatimi çekti. First Rotterdam adlı yüksek bina , İstanbul Kozyatağında bulunan AND yapının Cephesi , kütlesi ve geometrisi açısından çok benzerlik gösteriyor. Bu açıdan 2 binayı aynı kefeye koymak istiyorum :)


Otele yerleştikten sonra hızlıca bir şehir turu atmak için yola koyulduk .Yol boyu birbirinden farklı hacimler, malzemeler ve kullanımlar olan birden çok bina gördük. 1.Dünya Savaşından sonra sıfırdan tasarlandığı için rotterdam da barok tarz veya ona benzer yapılar görmek çok çok zor. Nerdeyse bütün yapılar modern tarzda . Bu yüzden çok dolu bir gezinti oldu. Özellikle konsol kullanımı yapıp sokağı daha çok insanlara bırakan bir anlayış mevcut. Çoğu yapının zemin katı halka açık ve saygılı. Üst katlarda ofis veya benzeri kullanımlarla geliştirmişler.



Köprüyü izlerken yol kalktı. Küçükken oynadığımız oyunlarda olurdu ama geçreğini görmek nostalji yarattı ve etkiledi :) . 

Agorofobik bir yer bile bulduk. İhsan Bilgin sayesinde bu kelimeyi mimari dağarcığımıza eklemiş olduk. Kendisine saygı ve sevgilerimi buradan da iletiyorum :) . 


Rem kolhaas ve onun tarzı benimsemiş mimarların birer yapısı olduğu Adeta Mimari bir rhino dosyasının içinde geziyormuş gibi hissettim. Her biri farklı bir kütle denemiş ve bundan hiç çekinmemişler. Birbirine benzeme durumu da mevcut değil aslında. Rahat bir tasarım ortamı olduğu için herkes kendi tarzını yansıtmış . Bunların en önemlisi Cube House.

 Cube House 

Rotterdamın ana meydanında bulunan ve ölçek olarak etrafında binalar gibi yükselmek yerine araziye yayılmış ve parametrik bir vaziyet planı düşünülmüş (Amsterdam'daki Orphanage vaziyeti gibi). Tabi vaziyetten ziyade bu yapının en önemli unsuru Bildiğimiz küp formunun bilmediğimiz şekillerde yerleştirilmesi. Alışagelmedik bir iç hacim. İç hacim olarak çoğu yeri rahatsız edici. Yaşanılması çok zor bir mekan . Ancak küplerin biribirinden farklı birleşimi çok güzel patternlar oluşturmuş ve kesişimleri adeta basic design ödevi gibiydi. Yani ben olsam avluda geceye kadar takılıp eve sadece yatmaya giderdim :)


Rotterdam'a gezmek için gidenler için 1 gün yeterli olur. Ancak bir mimar için en azından 3 günlük yoğun bir gezi olur ve sonucunda kendinizi proje yapmamak için zor tutarsınız. Tabiki bunun en önemli altyapısı şehirin bu yapılara izin vermesi ve rahat bir ortam yaratması. Paris'in merkezindeki gibi sıkı kurallar yok. Bu yüzden herkes ilk projesini yaparmış gibi hevesli bir şekilde ve yeni birşeyler bulma amacıyla proje gerçekleştirmiş. Mimarlık okuyan, ilgilenen, isteyen herkesin kesinlikle gezmesi gerek müthiş bir açık kaynak .